Hak-İş Konfederasyonu Röportajları
MUSTAFA TAŞÇI
Abdullah Sertkaya’nın Kaleminden
Hak-İş Konfederasyonu Röportajları
Kurucudan Dijital Çağa Sendikal Emanetin İzinde
Bu röportajlar, Hak-İş Konfederasyonu’nun yalnızca kurumsal tarihini değil, aynı zamanda kurucu iradeyi, sendikal ahlakı, emek felsefesini ve emanet bilincini kayıt altına almak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma; bir nostalji, bir polemik, bir hesaplaşma değil, kurumsal hafızayı diri tutma, kurucu aklı anlama, bugünün yöneticilerine pusula sunma gayesini taşır.
RÖPORTAJ DİZİSİNİN AMACI
Bu çalışma, bir yazarın kişisel kanaatlerinden ibaret değildir. Bu kitap, kurucu iradenin tanıklığını kayıt altına alma sorumluluğuyla kaleme alınmıştır.
ABDULLAH SERTKAYA
Hak-İş’in kuruluş felsefesini kurucusundan dinlemek,
Sendikal mücadelenin ahlak–emek–emanet eksenini görünür kılmak,
Bugünün sendikacılığına yol gösterici ilkeler kazandırmak
Kurucuların neden sadece “geçmiş” değil, yaşayan değer olduğunu göstermek
Ahlak–emek–emanet eksenini görünür kılmak,
KURUCU KAVRAMI VE SENDİKAL EMANET
ABDULLAH SERTKAYA
Kurucu, bir yapıyı sadece başlatan kişi değildir. Kurucu; risk alan, bedel ödeyen, yön gösteren ve ardında bir değer sistemi bırakan kişidir. Sendikal alanda kuruculuk ise sıradan bir örgütlenme faaliyeti değil, tarihsel ve ahlaki bir sorumluluk üstlenmektir. Çünkü sendika, salt bir tüzel kişilik değildir. Emeğin onurunu, hakkın savunusunu ve toplumsal adalet iddiasını taşıyan canlı bir yapıdır.
Bu nedenle sendikal kuruculuk, yalnızca hukuki bir sıfatla açıklanamaz. Kurucu, aynı zamanda bir zihniyetin, bir mücadelenin ve bir ahlak anlayışının taşıyıcısıdır. Kurulan yapı zamanla büyüyebilir, yöneticiler değişebilir, yöntemler dönüşebilir; ancak kurucu irade, sendikanın pusulası olarak varlığını sürdürmek zorundadır. Pusulasını kaybeden kurum, yönünü de kaybeder.
Sendikal emanet kavramı tam da bu noktada anlam kazanır. Emanet, İslam düşüncesinde ve kadim kültürümüzde: Korunması, devredilmesi ve asla keyfi biçimde tasarruf edilmemesi gereken bir değerdir. Sendika da bu anlamda, kuruculardan devralınan ve üyelerin iradesiyle büyütülen bir emanettir. Hiçbir yönetici, bu emaneti kendi kariyerinin, gücünün veya ideolojik tercihlerinin aracı hâline getiremez.
Kurucular bu emaneti teslim ederken yalnızca bir bina, bir tüzük veya bir üye listesi bırakmazlar. Onlar; mücadele ahlakını, hak anlayışını, dayanışma kültürünü ve bedel ödemiş bir hafızayı devrederler. Bu hafızanın yok sayılması, kurucuların görmezden gelinmesi ya da itibarsızlaştırılması, sendikanın kendi köklerini inkâr etmesi anlamına gelir. Köküyle bağını koparan her yapı, zamanla savrulmaya mahkûmdur.
Sendikal emanetin bir diğer boyutu da vefa ilkesidir. Vefa, nostaljik bir saygı gösterisi değildir. Aksine kurumsal devamlılığın teminatıdır. Kurucularla bağını koparan bir sendika, üyeleriyle olan güven bağını da zayıflatır. Çünkü üye, bugün kendisine gösterilen muamelenin, yarın başkalarına da uygulanacağını bilir.
Bu bağlamda kurucu kavramı, geçmişe hapsolmuş bir figür değil, bugünü denetleyen, yarını şekillendiren bir referans noktasıdır. Kurucular konuştuğunda, sendika susmaz, dinlemesi gerekir. Çünkü kurucunun sözü, kişisel bir talep değil, emanete yönelik bir hatırlatmadır.
Sonuç olarak sendikal emanet, güçle değil, ahlakla taşınır. Yetkiyle değil, sorumlulukla korunur. Kurucu iradeyi yaşatabilen sendikalar, yalnızca büyümez, aynı zamanda meşruiyetini, itibarını ve toplumsal karşılığını da kalıcı hâle getirir.