MUSTAFA ERTAN

Deprem Gerçeği: Bilim Susarsa, Bedeli Millet Öder

MUSTAFA ERTAN

Türkiye’nin en kalabalık kenti İstanbul…
Gündüzleri 20 milyona yaklaşan hareketli nüfusu, milyonlarca yapısı, ekonomisi ve sosyal ağıyla adeta yaşayan bir dev. Ama bu devin altında sessiz bir gerçek yatıyor: Deprem.

Bu gerçek, kimi zaman televizyon ekranlarında yorumlanan, kimi zaman sosyal medyada tartışma konusu olan bir mesele değil; doğrudan insan hayatının özüne dokunan bir güvenlik sorunu. Fakat ne yazık ki uzmanların açıklamaları kamuoyunu aydınlatmak yerine çoğu zaman daha da karıştırıyor.

Bir profesör “Risk yok” diyor, öteki “En az 7.2” diyor
Bir yanda Prof. Dr. Şener Üşümezsoy…
“Marmara’da büyük deprem üretecek hat kalmadı, büyük deprem beklentisi gerçekçi değil” diyor.

Diğer yanda Prof. Dr. Naci Görür…
İstanbul’u etkilemesi beklenen en az 7.2 büyüklüğünde bir depremden, bazı fayların aynı anda kırılması hâlinde 7.6’ya kadar çıkabilecek bir yıkımdan söz ediyor.

İkisi de profesör.
İkisi de yıllarını bu alanlara vermiş.
Ama biri “tehlike yok” derken diğeri “kaçınılmaz bir yıkım”dan bahsediyor.

Şimdi soralım:
Bu çelişkinin bedelini kim ödüyor?
Bilim insanları mı?
Hayır.
Bu bedeli ödeyecek olan İstanbul’da, risk altında olan illerde yaşayan milyonlarca insan.

Bilim insanları neden ortak bir masa etrafında toplanmıyor?
Bu mesele kişisel görüş farkı ya da akademik tartışma platformu değildir.
Ortada milyonlarca insanın kaderi duruyorsa, o masaya oturmak bir tercih değil, bir sorumluluktur.

Madem herkes fay hatlarını, segmentleri, enerji birikimini bu kadar iyi biliyor;
madem herkes “ben bilim insanıyım” diyerek konuşuyor;
o zaman ortak bir Deprem Bilim Kurulu kurulur, veriler birlikte değerlendirilir, tek ve net bir kamuoyu bilgilendirmesi yapılır.

Yoksa bu mesele, ekranlarda laf yarıştırma, sosyal medyada gündem oluşturma meselesi değildir.
Bu mesele, milyonların hayatını ilgilendiren bir ülke güvenliği meselesidir.

Rahmetli Işıkara’nın sözü hâlâ masanın ortasında duruyor
1999 depreminin hemen ardından, Malatya’da yapılan tatbikatlara davetli olarak katılan rahmetli Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’nın söylediği o unutulmaz söz hâlâ geçerliliğini koruyor:

“Deprem öldürmez, bina öldürür.”

Bu söz aslında her şeyi özetliyor.
Sorun deprem değil, hazırlıksızlık.
Sorun fay değil, yanlış planlama.
Sorun kader değil, ihmaller zinciri.

Türkiye, uyarmaya çalışanları dinlemedi… Bedeli ağır oldu
Malatya’da yıllar önce kurduğumuz Hidayet Arama Kurtarma ve Sosyal Yardım Derneği ile okulları dolaştık, tatbikatlar yaptık, televizyon programlarına çıktık. Halkı bilinçlendirmek için elimizden geleni yaptık.

Ancak ya biz anlatamadık ya da anlatılanı duymak isteyen olmadı.
Malatya’nın birinci derece deprem bölgesi olduğu gerçeği, ancak 6 Şubat felaketinde çok ağır bir bedelle öğrenildi.

Binalar çöktü, hayatlar söndü, şehirler yıkıldı.
Ve sonunda geriye sadece çaresiz bir cümle kaldı:
“Geçmiş olsun.”

İstanbul ve riskli iller için hâlâ geç değil, ama zaman daralıyor
Bugün İstanbul’da konuşulan tek şey yeni bir deprem olmalı.
Uzmanların ortak akıl etrafında birleşmesi şart.
Kentsel dönüşüm hızlandırılmalı, denetim mekanizmaları güçlendirilmeli, toplum bilinçlendirilmelidir.

Çünkü deprem bir doğa olayıdır.
Önlenemez…
Ama yıkım, ölüm, kayıp önlenebilir.

Bilim konuşmayı bırakıp ortaklaşa hareket etmeye başlamazsa,
bürokrasi hızlanmazsa,
toplum bilinçlenmezse,
bir gün yine enkaz başında aynı cümleyi kuracağız:
Geçmiş olsun Türkiye, Başın sağ olsun İstanbul Başın sağ olsun ...
Ve sesli düşünmesek'de içimizde
“Biz bunu hak etmemiştik.” diyeceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları